WDL Demo Rss

Antikahramanlığa Fimli Giriş

Deliliğe akıllı bir övgü, İzlanda'dan Sigur Ros kokulu film: Englar Alheimsins *


"Life is a tale that told by an idiot."






Afişteki mavilik, bulutlar, melek çağrışımları hiç de hakkaniyetli bir önyargı sağlamıyor film adına, öncelikle bunu söyleyeyim. Vaat eder gibi durduğu bu görsel seçicilik menşeli tabloyu birkaç dakikası hariç asla yansıtmıyor.

Uzun zaman önce kulağıma çalınıp sonra unuttuğum ve sonra izlemek için kritik bir zamanda tekrar karşıma çıkan nice filmden biri... Diğer anlatıların aksine "delilik" denen şeyin kendince tanımını yapmaksızın yaşanmış bir öyküden (/kitaptan) hareketle aslında ne gibi bir "şey" olduğunu ifade etmenin zor, iç burkan; mantık ve akıl üzerine sorular sordurtmanın ağır bir yolu olmuş film.

Film, kuzey ülkeleri insanlarının (ve tabi onlar arasından örnek adına en iddialılarından İzlanda'nın) yaşamlarındaki fon rengi griliğinin asıl müsebbiplerden biri gibi göründüğü; akıl, delilik, gerçek, sanrı, şizofreni.. gibi "normal" insanların üzerine çok fazla konuşmamayı yeğledikleri psikolojinin zor ve riskli, dar ve kasvetli bölgelerinde kılıç sallayıp arada da o keskin ucuyla içimde bir yerlere çentikler atıp, kanatan bir film olarak duygusal arşivimdeki sağlam yerini aldı, sağ olsun.

Páll karakterinin kendi varlık ve ayrıksılığına, yerinde bir seçimle Hegel'den bir alıntıyla cevap verişi filmin ve dolayısıyla kitabın nasıl sağlam
bir zemin üzerinde hareket ettiğini en başından kanıtlıyor; bu adımdan sonra da, söylenenlere şüphesiz yaklaşabilmesine de olanak sağlıyor izleyicinin ve Páll'un delilik üzerine kurduğu hemen her cümle, aksi ispatlanamaz teoriler halini alıyor hakkıyla.

***

[Yumurta ya da Spoiler]


(Yukarıdakilerin dışında, filmin başında ve ortasında yer alan rüya sekansı "hasta at" kısmı, Páll'un su üzerinde yürüyüşü, sıkça tekrarladığı aforizmaları (ki hemen hepsi şapka çıkartılacak cinsten saptamalar), zarar görmüş algısı neticesinde, odasında havada asılı kalmış gibi göründüğü sahnede dikey düzlemi yatay düzlem gibi imajine etmesi, "My Way" ve "Bium Bium Bambalo" eşliğinde intihar, Óli ve Viktor karakterleri... Hepsi birden filme benzersiz bir güç ve his kazandırmış.)



Filmin karakterler, küçük detaylar ve müzik üzerinden tartışılmaz "anlatmak istediğini ifade gücü" maksimuma yaklaşmış. Duvardaki Marilyn Monroe, sohbetlerde geçen Hegel ve Schiller, tımarhanedeki Nietzche, Hitler, Beatles göndermeleri... Fondaki müzik olmadan da zaten oldukça iddialı bir melankoli vaad edebilecekken bir de müzik pelikülün içine işlemiş adeta. Bu noktada film, Sigur Rós'a ve İzlanda menşeli hemen her sanat ürününe hayranlık uyandıran masochist bir merakla yaklaşılmasını da anlaşılır kılmış tekrar.

Üzerine söylenecek, bilerek atladığım daha çok şey var; uzatmıyorum. Ama on parmağında on marifet Baltasar Kormákur önünde saygıyla eğilmeden
de bitiremeyeceğim. O nasıl oyunculuktur güzel abim, o nasıl "hem delilik, hem sarhoşluktur"? :)

***

Filmdeki rüya sekansı:




Trailer:




http://www.imdb.com/title/tt0233651/



*Bu yazı daha önce "sinemafanatik"te yayınlanmıştır.

Ve Yoldayım; Gittiğim yol, yol değil.



Sanırım kayboluyorum.

Oldum olası fotografik hafızası iyi, oryantasyonu kötü biriydim. Kaybolmayı, kaybetmeye benzediğinden değil ama sevmeyişim. Özellikle akşam üzerleri, ışıkları yanmamış, koyu renkli perdeleri olan evlerde kaybettim yolumu. Kaybolmanın, aslında yeni bir yol bulmak olduğunu en çok böyle odalarda unuttum. Unuttum ve bir daha hiç hatırlamadım bunu.

Kaybolmak, uyanıkken dahi kaybolduğun rüyalar görmek gibi... Saptığın her yoldan pişmanlık ve suçluluk duymak gibi... Gerçeğe sadık kalmak için, yalan söylemek zorunda kalmak gibi... En kötüsü, hiçbir şeyden emin olamamak gibi...

"Yola çıkmak, yitirmek ülkeleri" iken, kendini de yitirmek sanırım biraz. Tamamen kaybolmuş olmaktan da, birinin adımlarımı takip ederek beni bulmasından da korkuyorum şimdi.

Yollar karanlık ve gittiğim yol, yol değil biliyorum.

Duygu...

Tam bir yıl sonra hava yine cehennem gibi. Uyku tutmuyor, düşüşünü bekliyorum sanki tutacakmışçasına... Sabah kahveleri, sigaraları, 'wish you were here' ve daha bir sürü şey, bıyıklı kadın... Seni çok özlüyorum.

Bu gün tam bir yıl oldu. Nasılsın acaba, yıldızlara yakın mısın? O fütüristik fantezilerin hala eskisi gibi keyifli geliyor mu? Dünyayı kurtarma planlarımıza siktir mi çektin? Çocuk gibi her daim yaralı kolların bacakların da kurtuldular mı senin haşarı, ele avuca sığmaz ruhundan? Sen de beni özlüyor musun oralarda, yoksa oralarda özlemek bile yok mu ki aslında? Nasıl görünüyorum oradan? Şimdi anladın mı her şeyi? Bambaşka mıymış aslında anlamını ararken delirdiğimiz şey? Yoksa piç piç sırıtıyor musun bunlara da yine? Bu 'hep aklıma düşme" işine ne diyorsun? Yoksa sen mi yapıyorsun bunu da sinsi sinsi? Keşke yanaklarından daha fazla öpseymişim, içimden ne geçiyorsa daha hızlı söyleseymişim dediğimi biliyor musun?

'Keşke'lerim için beni affet ruhumun birebir bir tarafı, ben de seni erkenden gittiğin için affetmeye çalışayım. Sonra bir gün bir yerde pek de bir şey olmamışçasına kahkahalar atarak aptallıklarımızı anlatmaya kaldığımız yerden devam edelim. Olmaz mı?

Hem saatlerce yazmak, hem de saatlerce susmak istiyorum hakkında...

Yolun Yolunu Yapmak 2

Etiketler:

*



Haftalar öncesinden bu yolun beni çağırdığını söylemiştim sana Lola. Bunu nasıl bildim, merak etmiyor musun? Ben ediyorum. Hem de çok.

Çocukluğumdan beri, öngörülerimin ne kadarının içsezi, ne kadarının deneyim, ne kadarının Platonik varoluşsal bilgi, ne kadarının kader olduğunu merak ettim Lola. Sen etmedin mi? Mesela geçen hafta yıllardır görmediğim bir dostumun isminin, durup dururken bir an beynime düşüvermesiyle, dostumun aniden yoluma çıkıvermesi arasında yalnızca dakikalar kadar fark vardı... İşte bunun gibi garip deneyimler yüzünden, hep o ütopik dünyada hayalini kurduğum olağanüstü laboratuarda bunları inceleyip, olayların asıl kondüsyonlarına karar verebilecektim. Tanrıcılık oynamaktan herkes keyif alır, evet. Bense keyif almak değil, salt gerçekleri bütün açıklığıyla bilmek isteyen bir meczup olmak istiyorum sadece Lola. Buna cesaretim var, hayattaki tek korkum o laboratuarın olanaksızlığı...

Lola, yola çıktım ben artık sanırım. Sanırım diyorum zira, bundan hiçbir zaman emin olamayacağımı, "Yollar yürümekle aşınmaz." diyenlerin, yalan söylediğini sen de biliyorsun. Yollar yürümekle aşınır Lola. Yollar eskir, yollar yorulur, yollar bizimle yürür. Yollar, tam da bu yüzden biter sanırız aslında. Yollar bitmez, biz biteriz Lola.

Sen sen ol, "Yollar gitmez, biz gideriz." diyenlere inanma sakın Lola.


* Tree of affinity - New York, Columbia University, Burke Library at Union Theological Seminary
UTS MS 008

Yolun Yolunu Yapmak

Etiketler:

Bu yol boyunca yürüyeceğim şimdi. Hangi yol, nereye gidiyor, neden diye sorman umurumda değil, cevap vermeyeceğim. Bu bir yol sadece, başka bir yol yürümeye karar veriyorum yine. Yaptığım daha öncekilerden başka bir şey değil, heyecanlanma. Zira, ben heyecanlı değilim Lola. Heyecanı tüketmedik mi yeterince sence de artık?

Ayağımın altındaki yer hâlihazırda sallanırken, karambolde değişsin de istiyorum, ufak ufak ya da bilmediğim görece kocaman adımlarla an be an yeni yollar var ediyorum zaten kendime. Ama bu haritalarda çıkan yollara da benziyor artık biraz. Biri düşse peşime, ardımdan gelse, takip etse bulacak gibi beni bu kez... Belki artık herkesin bir pusulası olsun istiyorum.

Bu yolun sonunda bulmayı umduğum hiçbir şey yok, yalnızca yine kaybolmamayı umuyorum Lola. Serüvenim başlarken, yolda gördüklerimi seninle paylaşmayı istemiyorum, biliyorsun. Anlatmamı istediğini, anlatacaklarımla ilgileneceğini -gerçekten ilgileneceğini- düşünmüyorum. Ne yani? Yanımdan hızla ya da sürünerek geçenlerin yüzlerinde gördüklerimi anlatmam benim serüvenim hakkında bir şey mi söyleyecek sana? Saçmalama! Ben kimseyi kandırmam, biliyorsun.

Antimilitarizm için... Aptal kız Lola soruyor.

Etiketler: , ,

...
"- Gerçekten deli olduğunuz doğru mu Ferdinand? diye sordu bana bir perşembe günü.
- Öyleyim!" Diye itiraf ettim.
- O halde, burada sizi tedavi edecekler, değil mi?
- Korkunun tedavisi yoktur, Lola.
- O kadar mı çok korkuyorsunuz?
- Sandığınızdan daha fazla, Lola, düşünün, o kadar korkuyorum ki, eğer olur da kendime ait doğal bir nedenle ölürsem, ileride cesedimin yakılmasını bile asla istemem! Bıraksınlar beni toprakta, mezarlıkta çürüyeyim, rahat rahat, oracıkta, belki de yeniden yaşama dönmeye hazır biçimde... Belli mi olur! Oysa beni yakıp küle çevirseler, Lola, anlıyor musunuz, o zaman her şey bitmiş olacak. Bir iskelet, ne de olsa, az çok insana benzer yine de... Küllere kıyasla her zaman için yeniden canlanmaya daha yatkındır. Küle döndün mü iş biter!.. Öyle değil mi?.. Hal böyleyken, hele savaştan hiç söz etmeyelim.
- Aaa! Siz demek gerçekten de korkağın tekisiniz, Ferdinand! Bir lağım faresi kadar tiksindiricisiniz.
- Öyle, büsbütün korkağım Lola, savaşı ve içinde ne varsa hepsini reddediyorum. Ben savaş var diye üzülmüyorum. Ben kaderime razı olmuyorum. Ben bu konuda sızlanıp durmuyorum. Onu olduğu gibi reddediyorum, içindeki insanlarla birlikte, onlarla, onunla hiçbir alışverişim olsun istemiyorum. İsterlerse dokuz yüz doksan beş milyon kişi olsunlar ve ben tek başıma kalayım, yine de haksız olan onlar, Lola, haklı olan da benim, çünkü ne istediğini bilen bir tek ben varım: ben artık ölmek istemiyorum.



- Ama savaşı reddetmek olanaksız, Ferdinand! Vatan tehlikedeyken savaşı reddetmek için ya deli ya da korkak olmak gerek...
- O zaman da yaşasın deliler ve korkaklar! Ya da daha doğrusu bir tek deliler ve korkaklar yaşayabilecek! Örneğin Yüz Yıl savaşları sırasında ölen askerlerden bir tanesinin bile adını hatırlıyor musunuz, Lola?.. Bu isimlerden bir tanesini bile öğrenmeyi denediniz mi hiç?.. Hayır, değil mi?.. Asla denemediniz? Onlar sizin gözünüzde şu önümüzdeki herhangi bir eşyanın sıradan bir atom zerreciği kadar adsız, önemsiz, hatta daha bile meçhul, sabahki dışkınızdan bile değersiz... Gördüğünüz gibi, Lola, boşuna ölmüşler! Bir hiç uğruna ölmüş o salaklar! İddia ediyorum! Kanıtı ortada! Tek değerli şey yaşamdır. Bahse girerim ki on bin yıl sonra, bize ne kadar mükemmel görünürse görünsün, bu savaş tamamen unutulmuş olacak. Olsa olsa bir avuç malumatfuruş, bu savaş ve onu süsleyen belli başlı katliamların kesin tarihi konusunda sağda solda kapışırlar, o kadar. İnsanların birkaç yüzyıl, birkaç yıl, hatta birkaç saat mesafeden birbirleri hakkında anımsanmaya değer buldukları biricik şey budur. Ben geleceğe inanmıyorum, Lola.

...

Lola, benim bu utanılacak halimle ne kadar böbürlendiğimi keşfedince, bana acımaktan tamamen vazgeçti. Aşağılık olduğum hükmüne vardı, iflah olmaz derecede.
Benden derhal ayrılmaya karar verdi. Bu kadarı da olmazdı. O akşam, kaldığımız yurdun kapısına kadar onu geçirdiğimde beni öpmedi."




Louis-Ferdinand Céline, Gecenin Sonuna Yolculuk, (Yiğit Bener çevirisi), s. 84, 85.

Deliliğime (S)övgü

Bazıları sık delirir.* Ekseriyetle "anti-kahramanlık" meyyalinde olanlar... Meczup olmaya ramak kala "çok alâmetler belirir" de, belki ancak öyle dönerler, hepten delirmenin o büyük, büyülü eşiğinden.

" 'Nasılsın' '-İyiyim!' kadar yalandım.
Anahtar deliklerinde susanlar her neyse onlarla oyalandım."


"Hepimiz için neler söylediler...

(Ben sadece
bu dünyada var olamamış
tedirgin bir ruhum
nedir bilmiyorum
böyle tekinsiz, korkusuz yaşamakta bulduğum
tedirgin bir ruhum
bilin
ait olamıyorum.

Korkuyorum göz göze geldiğimde
yanından geçerken hayatın.
ya çarparsa ellerim ellerine,
ya dökülürse ölümler diye...

Yalan sayılmaz ki bu
var olmanın bir yolunu bulmak için
oyunlar oynuyorum
çünkü ben kimsenin bilmediği
tedirgin bir ruhum.)

Güya, sen bir hırsızmışsın, ben yalancıymışım... Uyumayan gecelerde döktüğümüz gözyaşlarını, kimlerin günahlarına saydık öyleyse?"

Pessoa gibi de delirir insan bazen söyler şarkısını, prozodiyi bile delirtir arada:

"Yola çıkmak! Yitirmek ülkeleri!
Bir başkası olmak süresiz,
Yalnız görmek için yaşamaktır
Köksüz bir ruhu olmak!

Kimseye ait olmamak, kendime bile!
Durmadan gitmek, sonu olmayan
Bir yokluğun peşinde
Ve ona ulaşma isteği içinde!"

Kadınlar her ülkede daha kolay, daha da sık delirir. Histerik derler onlara hemencecik, nevrotik derler. Kendi ellerinden çıkma bir deliliğe, yine kendi kokuşmuş ağızlarıyla gülerler.

"Köpek ulumalarıyla rakseden kadın
perdeler arkasından konuşan.
arsız çocuklardan daha yalnız
en kalın duvarların ardında savunmasız.
Köpek ulumalarıyla rakseden kadın
Sen her belanın gebesi,
yine akıllanmadın."

Giden delidir, kalan akil. Söven delidir, seven akil. Bilen delidir, bilmeyen akil.

Dünya delidir, dünya delidir.

(*Bukowski.)
(Yaramazlar: Pessoa, Zariç, Antika Hraman.)